31 Ağustos 2009 Pazartesi

Aks Akıl - II




“Doğa bilinçsiz güçlerin karmaşası ise, kent bilinçli güçlerin karmaşasıdır.”
G.K. Chesterton

Oidipus’un topuğundaki lanetlenmenin izi, modern yaşama hapsedilmiş bireylerin kimlik kartlarıyla bir kez daha tamamlanıyor.
Sanayi devrimiyle birlikte, kapitalist ilerleme marjı kasaba ve kentlerin hızla değişimine tanıklık etmişti. Böylelikle toplumsal ivmelenmenin yönü, kentsel yaşam pratiğiyle eşzamanlı olarak, modern zamanların üretim ilişkilerinin eksenine oturtulmuş oluyordu. Bu kaotik düzenek, yaşama pratiğini kol emeği anlamında ötekinin denetimine kanalize etti aynı zamanda. Üretme eyleminin ereği, gereksinimleri karşılama yönünden, nesneye sahip olma yönüne savruldu.
Yığınsal kol emekçileri ise 19. yüzyıl boyunca sahip olmanın anlamına erişemediler ve gereksinimlerini de karşılayamadılar. Sanayi devriminin matematik ardılı yeni kentsel konumlanışlar, insanları yığınsal ve süratli yaşama biçimlerine zorunlu kıldı. İnsani ilişkiler, filizlenme ve oluşma fırsatı bulamadan eskime kanalında eridi. Kentlerin boyutları büyüdükçe, evlerin boyutları küçüldü, çalışma alanıyla ev alanı kesin sınırlarla koparıldı birbirinden. Üst üste yapılaşmalar hız kazandı ve iletişim bireysel çerçevelemesinden koparak çoğul bir budalalığa dönüştü. Gereksinimler için değil, ötekilerin yığınsal toplulukları için gereksinim maketlerine dönüşecek tüketim nesnelerine yöneldi üretim.
Kentlerin hacimlerinin büyümesinin kaçınılmaz sonucu,nda, sayısal olarak ilişkiler de büyüdü ve çeşitlendi. Bu demokratik görüngü ve çoğulcu yanılsama, aynı zamanda, bireyselliğin yitimine kesin bir imleme oldu.
Heterojenliğin, devingen toplumsal akışın ve para ekonomisine dayalı zamansal organizasyonların biçimlediği kentsel atmosfer, çekingen, mesafeli ve bıkkın kişilikler yarattı. Buna karşın entelektüel birikimin marazi dehaları için iyi bir dölyatağıydı tabi ki kentsel sığınaklar.
Evin salt bir fiziksel nesne olmadığı, zamansallık unsuruyla anı izlerini taşıyan organik bir işleyiş olduğu görüşündedir Bachelard. Evin gelişim seyri, doğaldan ve somuttan koparak, mutlak bir soyutluğa doğru ardışıklık gösterir. Ev, özel alanla kamusalın marj noktasında konumlanır ve sahibi olduğu bireyi yansılar.
Sennett, modern kamusalın anlamını tartışırken birincil gönderisini Roma İmparatorluğu’na ve “ahlaksal çürüme” kavramına yapar. Kamusal alanda yapılagelen etkinlikler, sistemin kurallarına uyum anlamında özgür irade ve istençli oluş niteliğini yitirdikçe, kamusalın heyecanını kaybetmesi, bireylerin duygusal enerjilerini boşaltacakları yeni bir odak ve ilke arayışına neden olur. “Kendi dışındaki dünyadan ve o dünyanın parçası olan res publica’nın formalitelerinden kaçmayı amaçlayan bu kişisel arayış, mistik bir nitelik taşır ve adım adım Hıristiyanlığın egemenliği altına giren Yakındoğu’nun dinsel topluluklarına yönelir; sonunda Hıristiyanlık gizlice sürdürülen manevi bir bağlılık olmaktan çıkarak dünyaya açılır ve bizzat kamusal düzenin yeni bir ilkesi haline gelir.”
Bireyin psişik dünyasının, yalıtık ve kutsal tekliği düşüncesinin netleşmesi, bu hassas varlığı, toplumsalın yıkıcı etkilerinden korunma gerekliliğini de başat hale getirdi. “Her bireyin benliği, bireyin temel kaygısı haline geldi. Kendini tanımak, dünyayı tanımak için bir araç olmayıp bir amaç haline geldi.” Dış uyarıma kapalı, toplumsal perspektifini yitirmiş bu mentalite algılama ve iletişim şaşılığına yol açtı.
Sennett ve Baudrillard üzerinden gidersek, doğrudan bireysel olmayan oluşumların “bireyde güçlü bir heyecan uyandırmayışı; davranışlar ve konular ancak insanlar yanılıp ta onları kişilik sorunlarıymış gibi ele aldıklarında heyecan uyandırma” sonucunu doğurur. İçe dönen bireylerin çevresel özgürlükleri modern dünyanın şeffaf, görünür yapılarında daha da yanılgısal ve tutsaklaştırıcı bir etki dalgasına neden olur.
Gözün ve zihnin tahayyül sınırlarını zorlayacak hacimdeki yapılar, duvarlarla değil içeri-dışarı ilişkisini “demokratik”leştiren cam cephelerle çevreleniyor. Mahremiyet, özel alanın diyalektik bir anlam kaymasıyla apaçık bir patolojiye evriliyor. Daha fazla görünürlük, daha fazla kapanmayı ve yalıtılmayı getiriyor ardından. Işık şiddetini artırdıkça gösterdiği şeyin şeffaflaşarak görünürlüğünü kaybetmesine benzer dijital bir trajediyi yaşıyor birey, bir kez daha monitöre bakıyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder